Her röportaj konuğumuzu İstanbul Beylikdüzü'nde bulunan farklı mekanlarda misafir ediyoruz. Nurten Ertul ile sabah Manolya Ağacı Villa Kafe'de kahvaltıyla sohbete başladık, ardından kahvemizi Adaparsel Yapı Markette içerek sürdürdük. Son olarak da Ertul'un doğaya ve hayvanlara olan sevgisini bildiğimiz için kendisini Masal Fidanlığı'nda bekleyen sürprizlerle uğurladık.
E.T:Siz mezun olduğunuzda ülkemizde nasıl bir iletişim dünyası vardı? Günümüzün iletişim dünyasıyla karşılaştırmasını yapabilir misiniz?
N.E: Fakülteyi 1989 yılında kazandım. 1993 yılında mezun oldum ve hemen muhabir olarak dönemin Günaydın Gazetesi’nde çalışmaya başladım. Bizim okula ilk başladığımız yıl bu bölüm, Basın Yayın Yüksekokulu’ydu. Hocaların YÖK’e baskısıyla 1990’da yüksek okuldan fakülteye dönüştük. O dönem Gazetecilik, Radyo Televizyon ve Halkla İlişkiler ile Reklamcılık bölümleri vardı. Artık günümüzde “Yeni Medya, Çizgi Film, Dijital Oyun-Tasarım gibi bölümler de eklendi. Okula başladığımda Turgut Özal’ın Anavatan Partisi iktidardaydı ve Türkiye’de basına karşı hükümetin ciddi bir baskısı vardı. TRT alanında tek idi. Sayılı gazete ve dergi ile öne çıkan birkaç reklam ajansı bulunuyordu. Basın çalışanları arasında işsizlik, parasızlık çok fazlaydı. Hatta bir gazeteci uzun zamandır maaş alamadığı için strese dayanamamış, çalıştığı gazetede kalp krizi geçirip vefat etmişti. Bu olay, hükümetin baskısına karşı tepkiyi artırırken öte yandan basında rahatlamayı sağlayacak alternatif arayışları da hızlandırmıştı. Öte yandan dünyada “Basında Tekelleşme” rüzgârları esiyordu. Ülkemizde de bunun etkileri liberal ekonomiyle birlikte hemen etkisini göstermeye başlamıştı. Mezuniyetimiz, şanslı ve güzel bir döneme denk gelmişti. Turgut Özal vefat etmiş, Anavatan kaybetmiş, yerine Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel seçilmişti. Basının efsanevi patronları Simaviler, Ilıcaklar, Karacanlar gibi isimler yerlerini Aydın Doğan, Dinç Bilgin, Mehmet Emin Karamehmet, Cem Uzan, Asil Nadir, Mehmet Yılmaz, Erol Aksoy, Albayraklar, Şahenkler, Kutmangiller gibi yenilere bırakmıştı. Dini yayın grupları ile Kürtçü olarak bilinen haber ajansları da bu dönem öne çıkmaya başlamıştı. Bizler, buraları basın olarak değil de siyasi yerler olarak görürdük. Aynı dönem basını canlandıran ilk hareket, Cem Uzan ve Ahmet Özal’ın ortak kurdukları özel televizyonu kanalı oldu. Bir anda ülkede çok sayıda özel radyo ve televizyon, dergi, gazete, reklam, halkla ilişkiler, dağıtım şirketleri ile yayınevleri kuruldu. Ben dahil pek çok iletişim mezunu ile basın emekçisi çok iyi şartlarda çalışmaya başlamıştık. “Babıâli gazeteciliği” dönemlerinde yaygın olan simit ve çaya bizler talim etmemiştik. Basında 1990’ların çeşitliliğini ve çok sesliliğini görmek mümkün değil. Bugün de teknolojiye bağlı Yeni Medya gelişti. Özellikle kişisel sosyal platformlar iktidarların bütün dünyada uyguladıkları sansürü delen en önemli araçlar oldular. Böyle bir ortamda iletişim fakülteleri, ihtiyaçtan fazla mezun verdiği için profesyonellerin çalışma alanları iyice azaldı.
MEKTEPLİ ALAYLI KAVGASINDAN BUGÜNLERE
E.T:Çalışma şartlarınız nasıldı? Basın da bir zamanlar mektepli alaylı mücadelesi yapılırmış. Siz bunları yaşadınız mı?
N.E: Bizler basında mektepli olarak adlandırılan bir dönemiz. Alaylı ise Türkiye’de gazeteciliğe meraklı olan ve bunun eğitimini almadan severek , aşkla yapanlara denilirdi. Türk basınının cefasını bu alaylı kesim çekmiştir. Aynı zamanda eleştirilen kötü alışkanlıklar da yine bu kesimle basının kodlarına işlemiştir. Bizler alaylı ve mektepli mücadelesini çok verdik. Özellikle hocalarımız Tayfun Akgüner, Oktay Verel, Simten Gündeş, Samsun Demir, Uğur Dündar gibi isimler öğrencilerinin basında güçlü bir şekilde yer alması için pozitif ayrımcılık yapmışlardır. Alaylıların yaptığı her işi bizler de asla küçük görmedik, yaptık. Bugün artık basın çok değişti ve geçmişin bu ayrımları da kalmadı. Ben de gazeteciliğe aşık olduğum için girmedim. Dönemin sınav sistemine göre çok yüksek bir puan elde ettim. Puanımla İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’ni kazandım. Türkçe Sosyal’de ilk 100’ün arasındaydım. Fakültede ise çalışkan bir öğrenciydim. Bu özelliklerim bana hemen iş kapılarını açtı. Günaydın Gazetesi’nde bir yıl çalıştıktan sonra o dönem Dinç Bilgin, Zafer Mutlu gibi isimlerin patronajlığındaki Sabah Grubu’na transfer oldum. Orada da beni Polis Adliye ve İstihbarat gazeteciliğinin efsanevi ismi Ahmet Vardar’ın bölümüne verdiler. Ardından da İstanbul’da Sarıyer bölgeyi eslim ettiler. Bir kadın için bizim dönemimizde istihbarat oldukça zordu. Bugün olduğu gibi akıllı telefonlar, notebooklar, altımızda araçlar yoktu. Telsizle haberleşmeyi sağlar, aynı zamanda 24 saat polis konuşmalarını dinlerdik. Makinelerimiz, ses kayıt cihazlarımız, makara filmlerimiz olur. Bunları taşıdığımız çantamız neredeyse küçük bir bavul ağırlığındaydı. Bütün gün adliye, karakollar, belediye, kaymakamlık, jandarma karakolları ile sahil güvenlik arasında mekik dokurdum. Haftada birkaç sefer de haber akışını sağladığımız büroya gider haberlerimi daktiloyla yazar, merkeze faksla geçerdim. Çalışma şartlarımız zordu ancak aylıklarımızın yanında haftalık ve masraf alırdık. Dinç Bilgin döneminde basında çalışmayı özendirecek şekilde maddi imkanlar sağlanmıştı. Ben de bu imkanlardan faydalanan kadın istihbarat bölge muhabiri olarak bir anlamda teşvik edilmiştim. Nitekim altı yıl sonra artık metal yorgunluğu başlamıştı. Polis telsizinden akan cinayetlerden, sürekli adliyede patlayan ve ülke gündemini sarsan manşetlerden bıkmış yorulmuştum. Çalışmaya bir süre ara verdim.
E.T:Ara verdikten sonra neden mesleğe geri döndünüz?
N.E:Bizim çalışma dönemimiz bir anlamda “Türkiye’nin bugünleri içinmiş sanki” diyorum. 28 Şubat süreci bizim dönemimizde yaşandı. Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını kazanması, ardından görevden alınıp, hapse atılması, dini basının ve MÜSİAD gibi kurumların güçlenmesi hep bu dönemde oldu. O dönem gözümüzün önünde Türkiye ikiye ayrıldı. Yeni Türkiye’yi kuracak bütün yapılar gözümüzün önünde hazırlandı. Hatta konuşmaları bile yanımızda yapılır, tarafımızı seçmemiz istenirdi. “ Tarafsın ya da bertarafsın” denilirdi. Sadece gülerek bakardım. Ama asla adliye veya karakol önlerinde haber takibi yaparken bu konuşulanların gerçekleşeceğine ihtimal vermezdim. Bu da benim “basiretsizliğim ve öngörüsüzlüğüm” diyelim. Öte yandan Psikolojik Harp teknikleri her alanda uygulanmaya başlandığı yıllardı. Her şeyden,herkesten korkmaya başladığım karanlık bir dönemdi benim için 2000’lerin başı. 2002’lerde iktidar değişti. AK PARTİ dönemiyle birlikte bir yıl aradan sonra Ilıcakların kurduğu Dünden Bugüne Tercüman Gazetesi’nde Haber Merkezi muhabiri olarak çalışmaya başladım yeniden. Birkaç yıl içinde ülkede ve basında çok şey değişmişti. Koşullar daha insancıl olmuş, hatta fotoğraf makinelerimiz bile küçülmüş, dijitale dönmüştü. Bu sefer de ben çok korktuğum için iyice sinmiştim. Gözümün önünde kurulan yeni Türkiye ile yeni haber kaynaklarına uyum kuramamıştım. 2006 yılında artık basında aktif gazeteciliğe nokta koydum.
KOLTUKLARINDA 24 SAAT OTURAMAZLARDI
E.T:İşini yapan bir gazetecinin çalışmasını iktidar değişikliği neden etkilesin ki? Özellikle 2010’dan sonra tamamen habercilikten çekilmişsiniz.
N.E:Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de gazeteciliği hatta iletişim sektöründeki mesleklerin çalışma biçimini ve ekonomik kazanımlarıyla mevkilerini iktidarlar belirler. İktidar birbirinin devamı ise sistemde değişiklik olmaz. Ancak sistem değişikliğine gidildiğinde uyum kuramayanlar veya yeteri kadar esnek olamayanlar anında elenir. Haber kaynağınızdan, haberi yazmanıza, hatta hedef kitlenize varana değin her şey değişir. Bugün bizim dönemimizin gazetecileriyle çalışma şekli olsaydı iktidar ya da muhalefette ki pek çok isim koltuklarında 24 saatten fazla kalamazdı. Medyada çok seslilik ile rekabet aynı zamanda kaliteli haberler, programlar ve değişik kanallarda yayın çeşitliliğinin artmasına vesile olmuştu. Bu da özellikle belli mevki ve makamlarda oturanların kendilerine daha fazla dikkat etmesine neden olmuştu.
E.T:Günümüzde de basın var. Üstelik her haber anında kamuoyuna yansıyor. Hatta kişiler kendi haberlerini kendileri yayınlayarak herkese ulaşabiliyor. Ünlü isimler artık açıklamalarını kendi kişisel medya kanallarından aracısız yapıyorlar.
N.E: Her olguyu kendi döneminde incelemek gerekir. Her sistem kendi ilahlarını ya da düşmanlarını kurar. Benim aktif gazetecilik yaptığım dönem ile bugünün medyası çok farklı. Ama medyada değişmeyen bir şey var: İyi ve vicdanlı gazetecinin modası hiçbir zaman geçmez. Bugün iyi gazetecilere, aklı başında, dürüst medya yöneticilerine belki de herkesten, her şeyden daha çok ihtiyaç var. İktidar, muhalefet ve halkın tarafsız haber almaya, objektif yorumlara, kaliteli programlara, kendilerini aracısız anlatmaya çok ihtiyaçları var. Bugün ülkemizde gazetecilik yapılmıyor. Sadece taraftarlık yapılıyor. Herkes grup liderini seçmiş ve etrafında taraftarlaşmışlar. Sadece grup liderinin konuşmaya, yorum yapmaya hakkı var. Grubun diğer üyelerinin ise slogan atıp, alkışlaması isteniyor. Grubun renginin dışına çıkanlar anında oyunun dışına atılıyor. Bu özgür basının ve demokrasinin, çok sesliliğin ve renkliliğin ruhuna aykırı. Söylediğiniz gibi bugün milyonlarca takipçinin olduğu kişisel sosyal platformlardan tutun da internet medyasına varana değin bir dizi iletişim kanalı var. Hatta liderler, devlet başkanları dahi kamuoyuna mesajını kendi kişisel hesaplarından ulaştırıyor. Sonuçta bunun yarattığı etki nedir? Bu hayatlarımızda neyi değiştiriyor? Mutfakta bu bilgiler işleniyor mu? Ya da “açık istihbarat alanları” dediğimiz sosyal medya kanalları hangi eller tarafından yönetiliyor? Bu soruların cevabına bakmak lazım.
ALGI YÖNETİMİ HABERCİLİĞİ ÖLDÜRDÜ MÜ?
E.T:Günümüz medyasının en güncel sorunu algı yönetimi, manipülasyon, etki ajanlığı, açık istihbarat kanalları, haberin reklama dönüşmesi gibi konular. Bunlar haberciliğin informatikliğini ve bireysel insanların özgürlük sınırlarını tehdit eder hale mi geldi?
N.E:Sanırım informatikten bilgilendirici özelliği kastediyorsunuz. Bütün dünyada klasik medyanın yerini sosyal ve dijital medyanın almasıyla birlikte bunlar tartışılır oldu. Yeni Medya bireylerin, grupların kendilerini ifade edebilecekleri özgürlüğü verdi. İletişimde aracıya çok da ihtiyaç kalmadı. Ancak çocuklar başta olmak üzere belli kesimler için güvenliği tehdit eder hale geldi. Yeni medyanın operasyonlara açık olması haberin doğruluğunu ve güvenilirliğini ikinci plana attı. Ne olursa olsun hiçbir şey gerçek haberciliği öldürmedi. Bir haberde çok fazla detay vardır. Sosyal medyada kontrolsüz olarak kişilerin bireysel yaşam alanlarına saldırılması, çocukların güvenliğini tehdit eder hale gelmesi, algı operasyonlarına, etki ajanlarına açık hale gelmesi çok kolay. Bunun önüne geçmek ise yasaklarla olmaz. Kullanıcıların bilinçlenmesi, gazetecilik deyimiyle “doğru haberin kötü haber kovmasıyla” olur. Gelin görün ki ülkemiz, üzerinde çok fazla algı operasyonlarına maruz kalan bir noktada. Sanal ile gerçek hayat çok farklı. Sanalda grupların yani taraftarlar arasında bir savaş varmış gibi algı yaratılabiliyor. Günlük, hayatta ise sistemin yerinde olduğu gerçeği karşımızda duruyor. Sosyal medyada sanal, yapılandırılmış algılara fazla kapılmamak gerekiyor. Haberin ve yayıncılığın özünde olan gerçeklikten kopulmamalı. Yapılandırılmış sanal bir hayatı yaşamamaya dikkat etmeliyiz. Bunlar, salt gerçeklik üzerine kurulu haberin ruhuna yani bilgilendirici (informatik) özüne aykırıdır.
“MERAKLILAR İZİN VERİRSE GENÇLERİN YOLU AÇILIR”
E.T:Ülkemizde medyanın bugününden yola çıkarsak gelecekte bizi nasıl bir ortam bekliyor? Bugün medya çeşitlenmiş görünse de iletişim mezunu gençler için de profesyonel gazeteciler için de gerçekte çalışılabilecek çok fazla alan yok görünüyor. Siz ne dersiniz?
N.E:Ülkemizde halkımızın gerçek işi olmadığı halde popüler bulduğu için hep yapmak istediği işler var. Bunların başında yazarlık, oyunculuk, şarkıcılık, ressamlık, gazetecilik, televizyonculuk, fotomodellik gibi alanlar gelir. Sosyal medya hesaplarından ve gruplardan şayet bütün bunlara meraklı olanlar çekilebilirse muhtemelen bu alanlar yeniden profesyonelleşecektir. Bir de taraftarlaşan siyasi gruplar ile sivil toplum kuruluşları da tek elden kitleleri buralardan yönlendirebilme merakından vazgeçmesi gerekir. Buralar bireysel özgürlük alanları olduğu kadar aynı zamanda kitlelerin kontrol edildiği ve tek elden, tek sesten yönlendirildikleri alanlara dönüştü.
Bence iktidarların ülkenin medya yapılanmasının yanı sıra kültür- sanat – sinema ve yayıncılıkla da ilgili bir programının olması gerekir. Geçmiş dönemlerde hükümetler, medyanın çok sesliliğinden çok çektiler. Buna rağmen medyanın güç kazandığı kanalları beslediler, buraları enerjinin boşaltıldığı istihdam alanları olarak gördüler. Baskılamadılar. İktidarıyla, muhalefetiyle ve alternatif sivil toplum örgütleriyle medyada demokrasiyi, çok sesliliği ve renkliliği sağladığımızda gerçek habercilik yeniden güven kazanacaktır. En önemlisi taraftarlaşmadan dolayı medya yetişmiş insan gücünü kaybediyor. Ülke renklerini, seslerini ve dinamizmini.
E.T: Böyle bir ortamda gençlere tavsiyeniz nedir?
N.E: Gençlerin, umudunu yitirmemesi gerekiyor. Çünkü iletişim fakültelerinde, günümüz medyasının ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik bir eğitim veriliyor. Sosyal medyayı kullanabilen, Reels-YouTube videoları çeken, dijital tasarım yapıp, teknolojiyi kullananlar artık bir adım önde. Buna karşılık iletişimin temeli yazıdır, güzel konuşmadır ve kendini doğru kelimelerle ifade edebilmektir. Ne yazık ki gençlerimiz, özellikle yazı türlerini tam olarak bilmeden mezun oluyorlar. Öte yandan bütün dünyada klasik medyanın yerini internet medyası aldı. Bizim için üzücü olan ise ülkemizde internet medyasının istihdam yaratabileceği, çalışanların hayatını rahatlıkla sürdürebileceği, haber, yorum, araştırma dosyalarıyla kaynak gösterilip, rekabetin oluşturulabileceği aktifliğe ulaşamamasıdır. Umutsuzluğa kapılmamak lazım. Zamanla Yeni Medya da klasik medyanın yerine alacak ve tamamen profesyonelleşecektir.
Nurten Ertul Kimdir? Niğde doğumlu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. Tarih Bölümü öğrencisi. Çok sayıda gazete ile dergide muhabirlik yaptı. Hayatını editör ve yazar olarak sürdürüyor. Türkiye’de konsept kabul edilerek alanında ilk sayılan romanları gazete araştırma tekniklerini kullanarak kaleme aldı. Bunlar: Elveda Kapadokya-KİMLİK, Beyaz Zambak, Miras ve Karamanoğlu Beyi Nure Sofi’dir.
Hazırlayan :Taner GÜNAY