Tüm Öğretmenler Birliği Sendikası 2023-2024 eğitim ve öğretim yılı değerlendirme raporu açıklandı. Detaylı çalışmayı kamuoyuyla paylaşan TÖB SEN Bursa İl Temsilcisi Serkan Bebek, eğitim ve öğretimin sorunlarının raporda tüm gerçekliğiyle ortaya çıktığını söyledi.
TÖB SEN raporu şöyle:2023/24 eğitim-öğretim yılı 14 Haziran Cuma günü sona ermiştir. MEB’in örgün eğitim verilerine göre Türkiye’de örgün eğitimde5 milyon ( resmi + özel ) öğrenci bulunmaktadır.
75 bin 19 eğitim kurumu/okulu içinde devlete ait kurum/okul sayısı 60 bin 734 (yüzde 81)
Özel okulların sayısı 14 bin 281 (yüzde 19)’dir.
Devlet okullarında okuyan öğrenci sayısı 15 milyon 887 bin 296 (yüzde 80),
Özel okullarda okuyan öğrenci sayısı 1 milyon 670 bin 729 (yüzde 8);
Açık öğretimde okuyan toplam öğrenci sayısı ise 2 milyon 346 bin 654 (yüzde 12)’dir.
Devlet ve özel okullarda toplam 1 milyon 154 bin 383 öğretmen görev yapmaktadır.
Devlet okullarında görev yapan öğretmenlerin sayısı 974 bin;
Özel okullarda çalışan öğretmenlerin sayısı 180 bin civarındadır.
2023/2024 eğitim öğretim yılında sözleşmeli istihdam edilen öğretmen sayısı 50 bin 182’dir.
Ek ders karşılığı çalıştırılan ve asgari ücretin altında ücret alan ücretli öğretmenlerin sayısı 90 bine yakındır.
Devletin en hassas ve etik kurallarına en çok uyması gereken bakanlığın MEB olması gerekirken emek sömürüsünün en çok yapıldığı bakanlık olarak karşımıza çıkıyor. Kölelik düzenine dönüşmüş olan ‘’ücretli öğretmenlik’’ iktidar ve bakanlık tarafından bilinçli yapılan bir sömürü alanı haline gelmiştir. Yıllardır ağır çalışma koşulları altında ve özveriyle görev yapan eğitim çalışanlarının yaşam koşulları daha da gerilerken ihtiyaç olmasına rağmen, yıllardır eğitim kurumlarına genel idari hizmetler, teknik personel ve yardımcı hizmetler sınıfında memur alımı yapılmamaktadır.
İktidar; maliyetini azaltmak adına dışarıdan hizmet satın alma’ yöntemi ile taşeron çalıştırma uygulamasında ısrarcı olmuş ve bu sayı gittikçe artmıştır. Devlet okullarının %90’nında kadrolu yardımcı hizmetli bulunmamakta, okullarda yardımcı hizmetlerin büyük bölümü İŞKUR’un 9 aylık sürelerle istihdam edilen Toplum Yararına Çalışma Programı (TYP) personeli ya da geçici personel istihdamı üzerinden yapılmaktadır. Ücretli öğretmenlik dahil bu uygulamaların hepsinde emek sömürüsü ve kölelik anlayışı vardır.
Millî Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) yayımladığı “2003’ten 2023’e Milli Eğitim” adlı rapora göre 2002/2003 eğitim öğretim yılında açık lisede 464 bin 935 öğrenci okuyorken, 2022/23 eğitim öğretim yılı sonu itibariyle bu sayı 2 milyon 9 bine yükselmiştir. Açık Öğretim Lisesi de dahil olmak üzere ortaöğretimdeki öğrenci sayısı geçtiğimiz 22 yılda iki kattan fazla artarak 3 milyon 23 bin 602’den 6 milyon 789 bin 681’e ulaşmış, sadece açık lisedeki toplam öğrenci sayısı son 22 yılda dört kattan fazla artarak 464 bin 935’ten 2 milyon 9 bin 480’e çıkmıştır. Başka bir ifadeyle halen ortaöğretimdeki öğrenci sayısının üçte birini açık liseye giden öğrenciler oluşturmaktadır. Öte yandan Millî Eğitim Bakanlığının çözüme kavuşturmadığı veya çözmek istemediği bir konuda çocukların örgün eğitimden kopmaları sorunudur. Gerek mevsimlik işçi sayısı gerekse okul devamsızlığı konusunda rakamlar artmışken aynı zamanda daha önce AKP iktidarının bir alternatif olarak sunduğu açık öğretim alanı büyük bir öğrenci kitlesinin okul terkinin bir başka adı olarak karşımıza çıkmaktadır. Çocuk işçiliğindeki rakam 2022 yılında 621 bin olan çocuk işçi sayısı 2023 yılında 759 bine çıkmış bu rakam resmi rakamlardır, bununla birlikte kayıt dışı ve mevsimlik işçi olarak çalışmak zorunda kalan çocukların sayısını da dikkate aldığımızda iki buçuk milyona yakın çocuk işçi olduğu tahmin edilmektedir. Sorunu çözmek yerine iktidar bu süreci MESEM adı altında bizzat kendi yürütmüş ve bu rakamın yani çocuk işçiliğinin sayısının yükselmesine olanak tanımıştır. Öğrenci sayısı olarak hemen hemen 1,5 milyon sayısına ulaşan MESEM öğrencisi devlet eliyle yürütülen çocuk işçiliğinin yasal kılıfıdır bu aynı zamanda çocuklarımızın sermayeye peşkeş çekilmesi olarak da değerlendirilmelidir. TÜİK tarafından açıklanan ‘’yoksulluk ve yaşam koşulları’’ istatistiklerine göre ortaya çıkan sonuçlar değerlendirildiğinde öğrencilerin MESEM’e kayıtlı olmaları, tercih etmeleri normaldir. Bu durum MESEM’in öğrencilerin yararına olduğu anlamına gelmemelidir. MESEM ,çocukların ekonomik durumdan dolayı seçmek zorunda oldukları bir süreç olarak değerlendirilmelidir. 2023 2024 eğitim öğretim yılının ilk 6 ayında MESEM’lerde 8 çocuğun hayatını kaybettiği ve kayıtlı yüzlerce çocuğun iş kazasında yaralandığı da bir gerçektir.
Açık öğretim sorunu ayrı bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bakanlık son yıllarda bunun önüne geçmeye çalışsa da sadece açık lisede toplam öğrenci sayısı son 22 yılda 5 kata yakın bir artışla 2 milyon 9480’e ulaşmıştır rakamsal olarak ortaya çıkan sonuç halen ortaöğretimdeki öğrenci sayısının 1/3’ini açık lisede olduğu karşımıza çıkmaktadır. Ülkede yaşanan fırsat eşitsizliği sorunu çocukların küçük yaşta çalışmak zorunda kalması, yaşanan ekonomik kriz açık liseye geçişi hızlandırmaktadır.
EĞİTİMDE SORUNLAR ÇÖZÜLMEMİŞ SORUNLAR KALICI BİR HALE GELMİŞTİR.
Önceki raporlarımızda da bahsettiğimiz gibi eğitimde yaşanan gerilemenin temel sebebi iktidarın eğitime bakış açısı ve eğitimi ideolojik bir aygıta dönüştürme çabasıdır. Eğitimde yaşanan sorunların olduğu ve bu anlamda eğitimin yama yapılarak düzeltilemeyeceği de ortadadır. Öte yandan görmezden gelinen ve aslında en temel sorunlardan biri olan ekonomik krizin sonuçları görmezden gelmeye devam ettikçe sağlıklı bir çözümlemenin olmayacağı da bir gerçektir. Eğitimin sınıfsallaştığı bir dönemde çocuklar okula aç gitmekte yeterli beslenememekte hatta fiziksel ve zihinsel gelişimleri sağlıklı olmamaktadır. Eğitime ulaşımın eşit koşullarda olmadığı bir dönemden geçiyoruz. Yoksul emekçi ailelerin çocukları başta olmak üzere özellikle kırsalda yaşayan çocuklar konusunda eğitim temel kamusal bir hak olmaktan çıkmış lüks haline gelmiştir.
ÇOCUĞUN ÜSTÜN YARARI İLKESİ YOK SAYILMAKTA ÇOCUK HAKLARINA TEHDİTLER DEVAM ETMEKTEDİR.
Dünyada tartışmaya açılmayan tek konu çocuğun üstün hakları ilkesi konusudur. Fakat ülkemize baktığımız zaman çocuklarımızın insanca yaşam hakkı başta olmak üzere eğitim, sağlık, barınma  gibi haklarının çok geride olduğu ve bu hak ihlallerinin arttığını da söylemek gerekir. 21 yüzyılda çocuklar sağlıklı gıdaya, temiz suya, eğitime, sağlığa yeterli biçimde erişememektedir. Türkiye’de eğitim alanında yaşanan laiklik ve bilim karşıtı politikalar ve uygulamalar çocukların küçük yaşta suça sürüklenmeleri ve çocuk cinayetlerinin artması gibi sonuçları doğmaktadır. Cemaat ve tarikatların ve din adamlarının sohbetlerinde belli yaştaki çocukların evlendirilebileceği söylemleri facia sayılacak bir sonucu doğurmaktadır Türkiye’de son 22 yılda 17 yaşın altında doğum yapan çocuk sayısı 577 bin, 15 yaşın altında doğum yapan çocuk sayısı ise resmi rakamlara göre 21 bindir.
Her ekonomik kriz beraberinde maddi durumu kötü olan ailelerin çocuklarını daha ağır bir şekilde etkiler. Temel ihtiyaçlarını karşılamayan çocuklar  henüz küçük yaşta umutları ,gelecekleri, hayalleri yok olmaktadır, bu durum kötü niyetli ve sivil toplum örgütü görünümlü oluşumların çocukları kullanmalarına ortam hazırlamaktadır. Öyle ki fakir aile çocukları eğitim giderleri karşılanacak şartıyla ailelerinden küçük yaşta alınarak yurtlara yerleştirilmekte bu durumda istismara uğramaları gibi bir sonuç ortaya çıkmaktadır.
Öte yandan Milli Eğitim bakanlığı sadece örgün eğitim içerisindeki çocuklara değil özellikle otizmli ve diğer özel eğitim gerektiren çocuklara yönelik ayrımcı ve dışlayıcı uygulamalar yapmaktadır. Çocukların eğitiminde özensiz davranan siyasi iktidar baştan savma ve plansız bir eğitim sürecini normal bir şekilde uygulamaya devam etmiştir.Türkiye’deki çocukların en büyük sorunu haline gelen çocukların erken yaşta iş gücü olarak hayata katılma sürecidir TÜİK hane halkı iş gücü  araştırması sonuçlarına göre çocuklar henüz 15 yaşında iken oran olarak %18.2 iş gücü olarak kullanılmaktadırlar artan yoksulluk ucuz iş gücü  gibi nedenler çocuk işçiliğini sıradan hala getirmektedir.
BESLENME SORUNU ÖNEMLİ BİR SORUN HALİNE GELMİŞTİR.
TÖBSEN olarak ülke genelinde okullardan aldığımız dönütler ve velilerin şikayetleri ülkede önemli sorunlardan birini öğrencilerin beslenme sorunu olduğu gerçeğini ortaya çıkarmaktadır Türkiye’de çok sayıda öğrenci öğün atlayarak günü tamamladığı yatağa girdiğinde yeterli bir beslenme ile girmediği somut bir gerçekliktir. Yetersiz beslenmekten dolayı fiziksel ve zihinsel gelişim sağlıklı olmamaktadır. Ülkenin %80’nin yoksulluk sınırının altında geçindiği gerçeği bize derinleşen ekonomik krizin beslenme sorununu daha da yıkıcı hale getireceğini göstermektedir. Çocuklar için gerekli olan temel besinlerden süt, yumurta, peynir, gibi temel gıdalar enflasyon ile birlikte lüks hale gelmektedir. Siyasi iktidar ekonomik krizi bahane ederek tasarruf tedbirleri adı altında halka vergi dayatırken dünyada gıda fiyatlarının inişte olduğu görülmektedir. Meyvenin bile çocuklar için lüks hale geldiği bir ortamda çocukların büyüme ve gelişiminde olduğu kadar okul başarısında da etkili olacak koşulların yaratılamadığı bir gerçektir. Türkiye OECD ülkeleri arasında yoksullaşmanın ve buna bağlı olarak çocuk yoksullaşmasının en fazla olduğu ülkedir ,bu konuda da ilk sıradadır. Bugün gelinen noktada her 5 çocuktan biri yeterli gıdaya ulaşamamaktadır. Milli Eğitim bakanlığı bu sorunu çözmek bir yana özellikle medyada zaman zaman haberleştirilen okul öncesi eğitim kademesindeki beslenme menüsü tartışma konusu olmuştur. Oysa Milli Eğitim Bakanlığı’nın yapması gereken yeterli bir bütçe oluşturarak okullarda en az bir öğün yemeğin ücretsiz verilmesi ve çocukların yeterli beslenmeye ve gıdaya ulaşmasını sağlanmasıdır.
YÜZYIL MAARİF MODELİ OLARAK SUNULAN YENİ MÜFREDAT KABUL EDİLEMEZ
2002 yılında iktidara gelen AKP eğitime yönelik ideolojik bir bakış açısıyla eğitim öğretim programlarını değiştirmeye veya içeriğini isteği doğrultusunda dönüştürmeye adımlar atmıştır. Daha önce 2006 ve 2017 yıllarında iki kez değiştirilen eğitim müfredatına ilişkin yeni değişiklikleri taslak halinde 26 Nisan’da kamuoyuyla paylaşmıştır. Maalesef özellikle ulusal basın müfredat değişikliğini tartışırken programı bir bütün olarak tartışmak yerine iktidarın ve bakanlığın sunduğu kulağa hoş gelen maddeleri tartışma yoluna girmiştir. İktidarın hedef saptama ve manipülasyon taktiği ile müfredatın gerici ve  ideolojik yönü yeterince tartışılamamıştır. Hepimizin bildiği gibi AKP iktidarı eğitimi hem içerik yönünden hem de biçimsel yönünden dini kural ve referanslara göre biçimlendirmeye çalışmaktadır. Geçtiğimiz yıllarda özellikle müfredatta bilim dışı uygulamaların hayata geçirilmesi felsefe bilim ders saatlerinin azaltılması eğitimi müzik güzel sanatlar gibi çocuğun birçok yönünü geliştirecek derslerin azaltılması ve yerine dini derslerin getirilmesi iktidarın yapmak istediklerini net olarak göstermektedir. İktidar maalesef laiklik dışı uygulamalarda ısrarcı olmaktadır. Otizmli ve zihinsel engelli çocuklara yönelik din dersini getirilmesi okul öncesi öğrencilerine manevi değerler adı altında seminerlerin verilmesi yine bu öğrencilerin çeşitli projelerle okul öncesi ,ilkokul ,ortaokul öğrencilerinin okuldan alınıp camiye götürülmesi masum olmayan uygulamaların olduğunu göstermektedir buradaki amaç dini referanslı bir yaşam tarzının eğitimden başlamasını sağlamaktır.
Bir ülkede müfredat değişikliği oluyorsa bu müfredat tüm kademelerde derslerin içeriği ve bunlarla ilgili toplumun tüm bileşenlerini ilgilendirecek düzenlemeler yapılıyor demektir. Maalesef toplumun tüm bileşenlerini ilgilendiren müfredat değişikliği hiç kimseye sorulmadan hiç kimseden görüş alınmadan hazırlanmıştır. Milli Eğitim bakanlığının sürecin başından sonuna kadar yapmaya çalıştığı özellikle cemaatlerin ve tarikatların yönlendirmeleri ile dini referanslı bir eğitim sistemini hayata geçirmektir.
Müfredat değişikliğinde bilime ve laikliğe açıkça savaş açıldığı gözlemlenebilir. Ders kitaplarında %35 sadeleştirme yapıldı iddiasıyla tarih,felsefe,sanat derslerinin içinin boşaltıldığı bir gerçektir.
MEB’in ÇEDES ve benzeri projeler,yapılan protokoller üzerinden Din İşleri Başkanlığının yanı sıra siyasi bağ kurdugu cemaat ve tarikatlar ile açılan yurtlar okullar,kurslar eğitim sistemini kuşatmış durumdadır.MEB’in yeni müfredatı,düşünmeyen,sorgulamayan,eleştirmeyen itiraz yerine ,onaylayan ve aynı zamanda dinci ve kinci nesil oluşturma kaygısı taşımaktadır.Dini ve milli bir müfredat olarak adlandırılan yeni müfredat çocukların geleceği açısından ciddi sorunlar oluşturacağı ortadadır.Müfradat değişikliğine yapılacak eleştiri sadece pedagojik açıdan olmamalı eleştiri aynı zamanda siyasal bir nitelik taşımalıdır çünkü buradaki temel amaç cumhuriyetin önemli kazanımı olan ;aydınlanma ve bilimi teşvik eden laikliğin kaldırılmasıdır.
DAYATILAN ÖĞRETMENLİK MESLEK KANUNU BU HALİYLE KABUL EDİLEMEZ NEDEN KARŞIYIZ? NEDEN KARŞI ÇIKILMALIDIR?
Büyük çoğunluğu öğretmen akademisi ve öğretmenlere verilecek disiplin cezalarıdan oluşmaktadır.
Tek olumlu madde eğitimciye yönelik şiddetin Cezasının %50 artırımlı olacak olması ve seçenek yaptırımlara çevrilmeyecek olmasıdır.
ÜCRETLİ öğretmenlere yönelik bir çalışma yok.
Haklı bir talep olan özel sektörde çalışan öğretmenlerin taban maaş talebine yönelik bir çalışma yok.
Özlük, sosyal, demokratik hakların iyileştirilmesine yönelik bir çalışma yok haklar geriye gidiyor.
Meslek hastalıkları ve yıpranma payı ile alakalı çalışma yok.
Güvencesiz istihdam yasallaşıyor.
Ek ders ücretlerine iyileştirme yok.
Yoksulluk sınırı altında olan maaşlara yönelik bir çalışma yok.
Eğitim emekçilerine yönelik kira, giyim, beslenme ve ulaşım desteği ile alakalı bir çalışma yok.
ÖĞRETMENİN TEFTİŞ SONRASI GENEL İDARE SINIFINA ALINMASI
Öğretmene yapılan teftiş sonrası yetersiz bulunan öğretmenin genel idare sınıfına alınarak akademiye alınma durumu var.Bu son derece yanlış ve sübjektif değerlendirme kriterini kabul etmiyoruz.Bakanlık bu konuda da yanlış bilgilendirme yapmaktadır.Avrupa ve gelişmiş ülkeleri örneklendirmekte yanlış bir algı yaratmaktadır.
Avrupa’da lisans eğitimini tamamlayan öğretmen 5 yılda bir bir takım testlere tabi tutulur. Bu test değerlendirme sonucu ; eğtim öğretime devam edip edemeyeceği, psikolojisinin öğretmenliğe yeterli olup olmadığı bir takım bilimsel veriler eşliğinde karar verilir. Öğretmenlik yapan herkes bilir ki çalıştığımız yerlerde yetersiz olan eğitimci arkadaşlarımız olabiliyor. Bunları incelediğimizde yüzde 90'ının psikolojisinde sıkıntı olduğu ya da meslek süreci içinde psikolojisinde bir takım değişmeler meydana geldiğini hepimiz biliyoruz. Avrupa bu yüzden 5 senede bir bir takım billmsel veriler eşliğinde teste tabi tutma olayını test etmiş denemiş ve sağlıklı şekilde yürütüyor. İktidar bu süreci de hakların geriye götürüldüğü bir maddeyi ömk’ya koyarak muhaliflere baskı ve mobing aracı yandaşa sene üye kazandırma olarak hayata geçirmek istiyor.Mezralara dahi üniversite açmak yerine üniversitenin Akademik kalitesi arttılmalı. Uygulamalı eğitimlere üniversitede daha önem verilmeli. Hizmet içi eğtimler meslek içinde daha verimli hale getirilmeli.YÖK bağımsız hale gelmeli. Üniversitede liyakatsiz atamaların önüne geçilmelidir.Kendini apolitik olarak tanıtan sendika başkanları bu akademiye doğrudur demesi gelmeli demesi apolitik olmadıklarını ortaya koymaktadır.
KARİYER BASAMAKLARI
Sınavla yapılan kariyer basamaklarına karşıyız. Öğretmenler arasında ekonomik ayrım yaratacak statüleri değil herkesin hakkettiği emeğin karşılığını kazanmasını istiyoruz. Maaşlar yoksulluk sınırı üzerine çıkarılmalıdır. Kademe ve derece üzerinden maaş hesaplamaları devam etmelidir. Bir kesimin çok kazanması değil herkesin çok kazanmasını savunuyoruz.
Aday öğretmen, yüzde 1 yüzde 2 gibi süreçlerle yandaş sendikaya yönelik istifaları engellemek isteyenler bu madde ile öğretmenleri mobing ve baskı altına alıp kendi sendikasından yapmaya, yandaş sene üye olmazsan akademiye alınırsın gibi söylemlerle bu süreci ahlaki olmayan bir süreç olarak yönetecekler.
ÇEDES GERİCİLİĞE HİZMET ETMEKTEDİR.
İktidarın;sorunları görmezden gelip sümen altına atarak sanki her şey yolundaymış gibi gösterin üstüne hayatımıza kendilerince iki büyük proje MESEM ve  ÇEDES ile öğrencileri istedikleri bir nesne dönüştürme hevesi devam etmektedir.
Laik eğitimi tehlikeye atan ve uzmanların tüm uyarılarına karşın neredeyse tüm kademelerdekiokullarda uygulamaya konan Çevreme Duyarlıyım Değerlerime Sahip Çıkıyorum (ÇEDES) projesigiderek yaygınlaşıyor. Okullarda “maket” mezarlar kurulup ağıt yakılıyor, öğrencilere cami temizliği yaptırılıyor. “Okullarda bir öğün ücretsiz yemek verilsin” çağrısına kulak tıkanırken bu proje kapsamında okullarda askıda  simit uygulaması yaygınlaşıyor.
Bu projeyi değerlendirirken yalnızca eğitim bilimi ve pedagojik açıdan değerlendirmek de eksikolacaktır. Asıl sorun, düşünen, sorgulayan, eleştiren nesiller yetiştirmek yerine, biat eden nesilleryetiştirmek için laik, bilimsel ve kamusal eğitimle derdi olanların Cumhuriyet karşıtı uygulamalar peşinde olmasıdır.Çevreme Duyarlıyım Değerlerime Sahip Çıkıyorum (ÇEDES) kapsamında öğrenciler camilere götürülüyor ya da din görevlileri okullara gelerek çeşitli konularda seminerler veriyor.Yine ÇEDES kapsamında öğrencilere müfredat dışı uygulamalar da yaptırılıyor. Bunların en yaygın olanlarından biri de cami temizliği. Tekirdağ ve Batman’da öğrencilere cami temizletildiğini ve bazı okullarda da öğrencilere mezar temizliği yaptırılmasını gündeme gelmişti.Rize Ardeşen’ Ardeşen Seslikaya Ortaokulu öğrencilerine de ÇEDES kapsamında cami temizliği yaptırıldı. Muş Bulanık’ta da Bulanık Anadolu İmam Hatip Lisesi öğrencilerinden camide temizlik yapmaları istendi.
Çocuklarımıza nasıl yaklaşılacağını bilmeyen, eğitim biliminden pedagojiden yoksun kişileri okullara sokmak, özellikle soyut düşünce çağına girmemiş küçük çocuklar için ‘ölüm-yaşam, günah ve ceza’ gibi soyut kavramlara maruz kalmak, travmatik etkileri beraberinde getirecektir. Anayasa başta olmak üzere eğitimle ilgili yasa ve yönetmeliklerle aykırılıklar taşıyan, laik eğitim ile adı aynı cümle içinde dahi geçemeyecek olan bu protokol derhal iptal edilmelidir. Çocuklarımızın eğitim almak için geldikleri okullarda, böylesi laiklik karşıtı ve kendilerini manen ve fiziken güvencede hissetmeyecekleri hiçbir uygulamaya izin verilmemelidir.
Siyasi iktidar ÇEDES projesi ile çocuklar ve gençlerin eğitimini araçsallaştırarak çocuklarımızı ve gençlerimizi diyanete teslim etmektedir.Bu uygulama okulların diyanetin arka bahçesi haline getirilmesi ,laik eğitimden vazgeçilmesi,dini eğitime geçilmesi için atılan somut bir adımdır. iktidarın uzun süredir kendi deolojik hedefleri doğrultusunda okul öncesi eğitimden başlayarak tüm kademelerde yürürlüğe geçirmek istedikleri diyanet işleri bakanlığı başta olmak üzere çeşitli vakıf ve derneklerle işbirliği ile dayattıkları ÇEDES benzeri projeler ve buna bağlı olarak imzalanan protokoller eğitimin tüm paylaşımlarını doğrudan etkilemiş özellikle okullarda ve kimi zaman dini mekanlarda yani okul dışında yürütülen dini faaliyetler kırgın şekilde ortaya çıkmıştır.
Sendikamız TÖBSEN bu konuda gündem yaratmış gerek ulusal basında gerek illerin yerel basınında bu uygulamalarda yapılmak istenenlere ve laiklik dışı uygulamalara karşı çalışmalar yapmış gündem oluşturmuştur. Siyasi iktidar okullarda ve toplumsal yaşam içerisinde dini değerler temelli özellikle tek mezhep tek din dayatmalı çalışmalar yaparak buna uygun bir toplumsal yaşamı ve eğitimi hedeflemektedir. Sonuçta çedes projesi dini tarikat ve cemaatlerin doğrultusunda oluşturulmuş bir projedir.Bu projenin temelinde basına da sürekli yansımış olan Taliban modeli olarak da değerlendirebileceğimiz bir eğitim ve toplum modeli hedeflenmektedir.Ayrıca İnsani Yardım Vakfı (İHH) ve Türk Gençlik Vakfı, Tügva gibi çok sayıda dini dernek ve vakıf ile yaz okulu ve yaz kampları projesini bizzat Milli Eğitim bakanlığı duyurularla ve teşvik ederek ortaklaştırmıştır. Geldiğimiz nokta dini vakıflarla işbirliği halinde olan valilikler ve milli eğitim müdürlüklerini olduğunda somut biçimde ortaya çıkmıştır örneğin İHH İstanbul’un 39 ilçesinde yaz okulu duyurusunu İstanbul Valiliği ve İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü etkinlikler programlanarak İstanbul’daki bütün okullara 7 Haziran 2024 tarihinde bir tanıtım yazısı göndermiş ve öğrencilerin katılımı konusunda teşvikte bulunmuştur. Dini tarikat ve cemaatlerin çocuklara verdiği zarar ve baştan savma yaptıkları işler birçok yerde çok acı olaylara sebep olmuştur örneğin Rize’de iktidara yakın olan Ensar vakfı’nın Kur’an kursuna giden iki çocuk Kur’an kursu öğreticisinin başında olduğun bir etkinlikten fırtına deresine girmiş ve boğalarak yaşamlarını kaybetmişlerdir.
İktidarın hükümetin bir koalisyonu şeklinde çalışan dini tarikat ve cemaatlerin eğitim içerisinde konumlandırılmalari anayasaya aykırı olduğu gibi 1739 sayılı Milli Eğitim Temel kanununa aykırı dır.Gelinen süreç tehlikeli bir boyuta ulaşmıştır. Türkiye Çedes projesi ile ilgili açıklama yapan Bursa il temsilcimiz Serkan Bebek akit gazetesinde hedef gösterilmiş, okul velilerinden biri tarafından dinsizlikle itham edilmistir. Yargı üzerinde büyük bir güce sahip olan tarikat ve cemaatler okullardaki dini faaliyetleri eleştiren eski milletvekili Yıldırım Kaya hakkında bu faaliyetleri eleştirdiği gerekçesiyle hapis cezası verilmiş ve bu hapis cezası daha sonra paraya çevrilmiştir. Bütün bu örnekler AKP iktidarının laikliği savunanlara karşı tahammülün olmadığını da göstermektedir.
BAŞTA DEPREM BÖLGESİ OLMAK ÜZERE ÜLKEDE OKULLAŞMA SORUNU VARDIR
6 Şubat depreminin ardından 15 ay geçmiş olmasına rağmen deprem bölgesinde yaşayan çocukların eğitimi aksayarak devam etmektedir.Yaşanan sorunlar kalıcı bir hale gelmiş, deprem bölgesinde eğitimde yaşanan sorunların çözüme kavuşmaması da düşündürücü olmuştur.Deprem bölgesinde yaklaşık bir buçuk yıldan fazla zaman geçmesine rağmen hala okul okul yapılamamıştır. Özellikle Hatay’da aynı binayı kullanan iki hattı 3 okul olduğu gibi NATO kamplarında eğitim gören bir spor lisesi ve bir Anadolu Lisesi ile İskenderun’da bir gemide eğitim gören ve sınavla öğrenci alan bir Anadolu Lisesi şu anda kampların kapatılması ile ve geminin desteğini kaldırmasıyla birlikte okulsuz kalmışlardır.Ayrıca hala iki okul emniyet binası olarak kullanılarak öğrenciler zor durumda bırakılmıştır.Deprem bölgesinde yaşanan beslenme,hijyen.barınma sorunu yetmiyormuş gibi  öğrencilerin okul ve derslik sorunları büyüyerek devam etmektedir. Düşük diğer illa ailelerin çocuklarının mesela mahkum edilmesi de resmi bir şekilde istismar olarak da ekonomik krizden kaynaklı yüksek enflasyon eğitim hayatından kopmaya bırak mecbur bırakılmış bir grup öğrenci ortaya çıkarmıştır.
MÜLAKAT SİSTEMİNİ KABUL ETMİYORUZ ANTİ DEMOKRATİK OLDUĞU KADAR GAYRİ AHLAKİDİR
Kamuda Tasarruf Tedbirleri  adı altında açıklanan pakette öğretmenlerin atamalarında sadece emekli sayısı kadar atamanın yapılması kararı ayrıca tartışılması gereken bir başka karardır. İktidarın ikiyüzlü politikaları bu alanda da kendini göstermiştir. Hepimizin bildiği gibi 2023 yılı hariç her yıl içinde mezun olan öğretmen sayısı kadar öğretmen ataması yapılmaktaydı gelinen noktada Milli Eğitimin ve iktidarın eğitime bakış açısının nitelikli bir eğitimden çok idare eden ve itaatkar nesil yetiştiren bir eğitim hedefi olduğu için öğretmen atamalarını da çok önemsemedikleri ve bundan sonra öğretmen atamalarını da çok önemsemeyecekleri ortadadır.
Milli Eğitim bakanlığı bu yıl atama bekleyen öğretmenleri de hayal kırıklığına uğratarak son 3 yılın en düşük öğretmen atamasını yapma kararı almıştır; ayrıca bakanın mülakat konusundaki ısrarcılığı akılda birçok soruyu beraberinde getirmiştir.Bakan Tekin’in Mülakat konusunda ısrar etmesi  kamuda atamalarda torpilin,adamcılığın,particiliğin ve adaletsizliğin olacağınında habercisidir. Öte yandan bakan doğru bilgi verememektedir MEB’in resmi verilerine göre resmi öğretmen açığı 68 bindir oysa okullarda hala 90 bine yakın ücretli öğretmen istihdam edilmekte çok sayıda branşta acil öğretmen ihtiyacının olduğu da bakan tarafından bilinmektedir.
Bilindiği gibi geçtiğimiz yıllar içinde atama takvimi yayınlanır ve eğitim alanında her yıl KPSS sınavına girenlerin küçük bir bölümü atanırken, büyük bölümü ataması yapılmadığından dolayı hayal krırıklığına uğrayarak umutlarını bir sonraki yıla bırakmak zorunda kalıyorlardı.
Öğretmen atamalarının az ve çarpık biçimde yapıldığını somut veriler bize göstermektedir.
2022 yılında KPSS’ye 420 bin 737 öğretmen girmesine rağmen ataması yapılan sözleşmeli öğretmen sayısı sadece 19 bin 969 olmuştur.
2023 yılında KPSS’ye giren öğretmen sayısı 480 bin 12’ye çıkmasına rağmen, genel seçim sürecinin de etkisiyle, sözleşmeli olarak 45 bin sözleşmeli öğretmen ataması yapılmıştır. Ataması yapılmayan öğretmen arkadaşlarımız haklı olarak 2024 yılı içinde en az yüz bin atama talep etmektedir.
Son 22 yılın atama ortalamasına baktığımız zaman KPSS’ye giren her 100 öğretmenden sadece 15’inin ataması yapılmış, geriye kalan 85 işsiz öğretmen ya tekrar sınava girmek ya da başka alanlarda çalışmak zorunda bırakılmıştır.
Öğretmenlerin zorunlu olarak meslekleri dışında işler yapmaya zorlanması ve meslekleri ile ilgisi olmayan alanlarda çalışmak zorunda bırakılması kabul edilemez.İnşaatlarda,fabrikalarda İş kazalarından dolayı hayatını kaybeden onlarca öğretmen olmuştur. Aynı zamanda bu durum ülkemiz adına utanç vericidir.
Kurumlara şatafatı ve lüksü esirgemeyen, diyanete koca bütçeler ayıranların bu ülkenin üretken gücü olan öğretmenlere yeterli kadro ayırmamalarını kabul etmiyoruz.
TÖBSEN olarak talebimiz öğretmen açıklarının kapatılması için ilk aşamada en az 120 bin öğretmen atamasının yapılmasıdır. Öğretmen atamaları iktidarın tasarruf yapabilecekleri bir alan değildir.Kamusal eğitimin güvencesi olan devlet halk çocuklarının eğitimlerinin en sağlıklı biçimde yapılması konusunda ortam hazırlamak zorundadır.Bu anlamda da öğretmen eksiği en ciddi konudur. TÖBSEN olarak Milli Eğitim Bakanlığına sesleniyoruz.Öğretmenlere sahip çıkınız. Öğretmen atamaları bakan Şimşek’in ifade ettiği gibi sadece emekli sayısına göre değil, ihtiyaca göre yapılmalıdır.
MİLLİ EĞİTİMDE PERSONEL ÖDÜLLERİ YANDAŞ SENDİKA ÜYELİĞİ VE SİYASİ TERCİHLERE GÖRE YAPILMAKTADIR.
Başarı Belgesi MEB kapsamında 81 ilde ödül kazanan eğitim emekçisinin listesi Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlandı. Milli Eğitim Bakanlığı Personel Daire Başkanlığı tarafından hazırlanan listede,2023 yılında üstün başarı belgesi bulunan ve ödüllendirilen öğretmenlerin isimleri yer alıyor. Toplamda üç adet başarı belgesi bulunan öğretmenlere bir adet üstün başarı belgesi verilir. Üstün başarı belgesi bulunan öğretmenler ise Milli Eğitim Müdürlükleri tarafından Milli Eğitim Bakanlığına  bildirilir. Nisan ayı için de bu döngü gerçekleşmiş ve elde edilen isimler Tebliğ Dergisi Nisan sayısı içerisinde yayınlanarak ödül almaya hak kazanmışlardır.18.04.2024 tarihli tebliğler dergisindeki isim listesine baktığımız zaman ödüllerin yandaşçılık,siyasi tercih üzerinden verildiği açıkça söylenebilir.Bugün elbetteki o lisetede ödül almaya hak eden eğitim emekçileri de vardır sözümüz onlara değildir.Fakat listeye baktığımız zaman ülkede bir tek yandaş sendika başarılıymış ta diğerleri başarısız bu yüzden başarı belgesi alamıyor sonucu ortaya çıkmaktadır.Bu yandaşçılık zihniyeti eğitim’i çürüten zihniyet’in ta kendisidir.Eğitimin en büyük sorunlarından biri olan liyakat ilkesi maalesef yıllardır göz ardı edilmektedir. Yıllardır diyoruz çünkü benzer tablo yıllardır devam etmektedir.2019’da ödül dağıtılan 7 bin 576 kişinin 5 bin 169’u yandaş sendika üyesiydi.2023 yılına geldiğimizdede bu oran yüzde 85 oranındadır.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip bir konuşmada ‘’18 yılda her alanda tarihi eserlere ve hizmetlere imza attığımızı ama eğitim ve öğretimde arzu ettiğimiz ilerlemeyi sağlayamadığımızı düşünüyorum. İfadeleriyle bir durum tespiti yapmıştı işte bunun sebebi  MEB’teki liyakatsiz atama ve liyakatsiz ödül sistemidir. İktidar ve bakanlığın kendisi zaman zaman yaptıkları açıklamalarda, bütçede en büyük payı eğitime ayırdıklarını, iktidarları süresince gerek okul sayısı ve gerekse diğer eğitim yatırımları açısından çok önemli başarılara imza attıklarını rakamlarla ifade ederler. Peki, tüm bunlara rağmen eğitimde “istenilen ” başarı neden sağlanamamaktadır? Eğitimde en nitelikli “reformu” hazırlasanız da, en yetkin proje ve planlamaları kurgulamış olsanız da nihayetinde esas olan bunların uygulayıcıları, yani eğitim çalışanlarıdır. Eğitim camiası, bir milyonun üzerinde çalışanı olan çok büyük bir camiadır. Dolayısıyla öncelikli olan bu devasa kurumun iyi yönetilmesidir. Bunun için de ön koşul; liyakat esasına göre yönetici tayin etmektir. Yani eğitimde ilk düğme, adalet zemininde ve liyakat esasına göre yönetici ataması yapmaktır. Kendilerine sürekli başarı belgesi veren şube müdürleri ve müdürler okullardaki eğitim çalışanlarını yandaş sendika üyeliği ve siyasi tercihe göre değerlendirme yapıp buna bağlı olarak ödül dağıtmaktadırlar.
EĞİTİM DİNİ TARİKAT VE CEMAATLERE TESLİM EDİLEMEZ
TBMM’de devam eden 2024 bütçe görüşmelerinde Millî Eğitim Bakanlığı (MEB) bütçesi görüşülürken söz alan Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin,tarikat ve cemaatleri sivil toplum örgütü olarak tanımlayarak, “Tarikat ve cemaatlerle protokol yapmaya devam edeceğiz” şeklinde bir ifade kullanmıştır. Bu söylem; yıllardır eğitim sistemi üzerinden sürdürülen “eğitimi dinselleştirme” uygulamalarını bakanlık politikası olarak sürdüreceklerini itirafıdır. Bütün bu söylem ve adımlar laik eğitimden vazgeçip dini eğitime geçişin hazırlık aşamasıdır. Bütün bu söylemlerin özünde öğrencilere tek din tek mezhep üzerinden ideolojik değerleri yüklemektir. Bu adım aynı zamanda başka inanç ve mezhep sahibi velileri yok sayma , tek din tek mezhep dayatması olarak algılanmalıdır. Okullarımız maalesef uzun süredir siyasal İslam’ın dayatması ile belli bir inanç ve mezhebi temsil eden zihniyetin kuralları ve uygulamaları ile karşı karşıyadır. Dini dernek ve cemaatlerle art arda yapılan protokollerin hedefi Cumhuriyet değerlerinin yarattığı başka inançlara karşı hoşgörünün ve laikliğin ortadan kaldırılmasıdır.
13 Eylül 2014 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanan yasal düzenlemeyle MEB, imam hatip liselerinde mesleki eğitim için ‘çeşitli kurumlardan destek almanın’ önünü açmış; bu durum, “İmam hatip liselerinde eğitim ve öğretim yılı süresince ‘imamlık, hatiplik, vaizlik, müezzinlik, Kuran kursu öğreticiliği ve benzeri mesleki uygulamalara’ yönelik eğitimlerle ilgili ‘çeşitli kurumlardan destek alınabilecektir’ şeklinde tarif edilmiştir. Bu düzenlemeyle başta TÜGVA ve TÜRGEV olmak üzere Ensar Vakfı, İHH, Hizmet Vakfı, Hayrat Vakfı, İlim Yayma Cemiyeti, Birlik Vakfı, Hizbullah’a yakınlığıyla bilinen Peygamber Sevdalıları Derneği vb. gibi dini vakıf ve derneklerin devlet okullarında seminer verebilmesi, kitap dağıtabilmesi, yarışmalar düzenlemesi ve kendi kurumlarında öğrencileri stajyer olarak eğitebilmesinin yolu açılmıştır. Eğitim sisteminin dini kurallara göre düzenlenmesi, okul ortamlarında öğrencilerin inanan – inanmayan, dindar- dinsiz, ibadet eden ya da etmeyen gibi kategorilere ayrılmasına ve yeni gerilim alanları yaratılmasına neden olmaktadır. Toplumda ve okullarda bütün din ve inançtan insanlar, eşit koşullarda yaşamak ve aynı kurallara uymak durumundadır.
İKTİDAR POLİTİKALARININ TEMEL HEDEFİ LAİKLİK İLKESİNİN KALDIRILMASIDIR.
 Eğitim müfredatı içinde 9 yıl boyunca birer zorunlu ve 8 yıl içerde seçmeli olmak üzere toplam 33 din dersi bulunmaktadır dünyada 12 yıllık Zorlu Eğitim uygulamasına sahip olan ülkelerin hiçbirinde 33 din dersi bulamazsınız. Molla rejim dediğimiz İran’da dahi bu kadar din dersi bulunmamaktadır .İktidar özellikle İmam Hatip okullarını Kur’an kurslarını beslemekte ve teşvik etmektedir.2023 2024 eğitim öğretim yılında laiklik dış uygulamaları çok sık tartışıldığı bir eğitim öğretim yılı olmuştur. Birçok İmam Hatip okulunda fiili olarak uygulanan karma eğitim karşıtı eğitim öğretim süreci tüm kurumu ve kademelerinde de okul idarecilerinin Diyanet işleri başkanlığının dönem dönem bilerek tarikatların sözcülüğünü üstlenmesi, MEB’in tarikat ve cemaatlerle protokolleri bilinçli atılmış adımlardır. Laiklik, herhangi bir gruba ya da mezhebe dinsel ayrıcalık ve üstünlük tanınmasının önüne geçen, farklı inanç ve dinlerdeki insanlar arasında eşitliğin sağlayan temel bir ilkedir. Laiklik aynı zamanda bir arada yaşama kültürünün temelidir. Milli Eğitim Bakanlığı Eğitim sistemini cemaat ve tarikatlara veya dini kural ve referanslara göre değil, bilimsel gerçeklere ve toplumsal ihtiyaçlara göre düzenlemelidir. Farklı din, mezhep, inanç ve dünya görüşünden insanların gerçek anlamda ‘eşit yurttaş’ olarak kabul edilebilmesi, devletin temel görevidir. Millî Eğitim Bakanı yüzünü tarikat ve cemaatlere değil halka ve toplumun ihtiyaçlarına çevirmelidir.
SONUÇ
2023-2024 eğitim öğretim yılında yaşanan gelişmeler Milli Eğitim Bakanlığı’nın eğitimin yapısal sorunlarını görmezlikten geldiğini ve somut ,çözüm odaklı çalışmak yerine farklı hedefler doğrultusunda eğitimi şekillendirmeye çalıştığı herkes tarafından bilinmektedir. Okullarda ve müfredatta yaşanan gerici yaklaşımlar anti laik uygulamalar ileride iktidarın yaratmak istediği bir eğitim sisteminin ve toplum modelinin ne olduğu konusunda bize fikir vermektedir. Uluslararası alanda itibarsızlaştırılan bir eğitim sisteminin temel nedeni iktidarın çağa uygun davranmak yerine cemaat ve tarikatların etkisiyle eğitimde din referanslı bir süreci dayatmasıdır. İçerik olarak içi boşaltılmış bir eğitim sistemi bilimden arındırılmış müfredat ,felsefe, sanat gibi derslerin azaltılıp yerine dil ağırlıklı derslerin getirilmesi fiili olarak gerici eğitiminde uygulanmaya başlandığını göstermektedir. Öte yandan öğretmeni itibarsızlaştıran öğretmenlik meslek kanunu adı altında öğretmeni küçük düşüren uygulamalarda ısrarcı olan yine iktidardır. Ayrıca belirtmek isteriz ki eğitim alanında yaşanan dönüşümler ülkenin ekonomik ,siyasal ve toplumsal gelişim süreçlerinden ayrı tutulamaz Bu nedenle Türkiye gibi ülkelerde laiklik, eşitlik, özgürlük ve demokratik mücadele birbirinden ayrı olmamalıdır.
Herkese eşit parasız eğitim hakkı sunulmadan, kamusal eğitimi savunmadan yapılacak her şey sadece görüntüde oluşacak bir değişikliklerdir. Yukarıdaki raporda ayrıntılı olarak işlediğimiz eğitim sisteminin durumu eğitimin gitgide daha kötü hale geldiğini tarikatların yüzünün güldüğü halkın ve halk çocuklarının ise geleceksizleştirildiği gerçeğini yansıtmaktadır.
TÖBSEN olarak millî  Eğitim Bakanlığının piyasa ve din merkezli eğitim politikalarına karşı demokratik, laik, bilimsel ve kamusal eğitimi savunmaya devam edeceğimizi belirtmek isteriz. Ayrıca eğitim emekçilerinin hakları konusunda tavizsiz bir mücadele yürüteceğimizin de bilinmesini isteriz.
EHA - Yılmaz Efe - Bursa